Safevî tarihi hiç şüphesiz İran tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisini oluşturur. Sünni/Şafiî bir tarikatın Kızılbaş Aleviliğe doğru olan seyri, Aleviliğin müstakil bir mezhep kimliğiyle Türkmen bünyeden kopmasına yol açmış, Şah İsmail'in 1501 tarihinde Akkoyunlu başkenti Tebriz'i ele geçirip 12 imam adına hutbe okutmasıyla da Şiîlik İran'da resmi mezhep haline gelmiş ve etkileri günümüze kadar sürecek olan dini, siyasi ve ictimai gelişmelerin önü açılmıştır.
Ali Şeriati'nin isabetli bir şekilde adına Safevî Şiâsı adını verdiği bu dönem uygulamaları Sünnî İran coğrafyasının Şiîleşmesini netice verdiği gibi Şiâ bünyesinde din-devlet ilişkileri, Şiî ulemanın müstakil bir güç olarak yükselişi, popüler düzeyde Şiî merasimlerinin yerleşmesi gibi hususları da beraberinde getirmiştir. Safevîler yaklaşık iki buçuk asır sürecek bir din ve kültür programı çerçevesinde İran'ı Şiîleştirmeye çalışmış-lardır. Bu çerçevede İmamiye Şiâsı dışındaki dini yapılanma takibata uğramış, tasavvuf mutlak olarak bastırılmış ve bu süreçte Sünniler Şiilik, göç ve ölüm arasında bir tercih yapmağa zorlanmıştır. İran'ın Şiîleştirilme programına dâhil olma çerçevesinde başta Cebel Âmil ve Bahreyn olmak üzere Şiî ilim havzalarından çok sayıda Şiî din adamı Safevî şahlarının davetine uyarak İran'a gelmişlerdir. 16. Asrın evvelinde başlayan süreç 17. Asırda olgunlaşmış, Safevî medrese geleneğinin teessüsüyle beraber İran dini/kültürel anlamda kendi kendine yeterli hale gelmekle kalmamış aynı zamanda Şiî dünyanın kültürel kalbi haline gelmiştir.