Doğunun merkezi haline gelen “medeniyetler beşiği” Anadolu ve batıya açılan Trakya ile, üzerinde bulunduğumuz coğrafî konum, bize hem doğunun hem de batının seslerini işittiriyor. Bu da bize, doğunun ve batının bütün kültürlerini tanımak gibi dünyanın hiçbir yerinde rastlanamayacak bir avantaj sağlıyor. Bu avantajın üzerine bir de bin yıldır inandığımız İslâmiyetin armağanı “hikmet”i de ilave edersek, kendimizi muazzam bir zenginliğin içinde buluruz. O halde müziği düşünme biçimimizin de bu zenginlik, genişlik ve çeşitliliğe uygun olması gerekir. “Âhirzamanda Müzik” adlı bu iddiasız çalışma, bu bilinçle âhirzamanda kaleme alınan müzik yazılarını ihtivâ ediyor. Müzik, insanın, Allah’ın yarattığı ses cevherini, yine O’nun yarattığı muhteşem âhenge bakarak işlemesiyle meydana getirdiği yüksek bir sanat. İnsan titizlikle işlediği bu yüksek sanata “müzik” adını vermiş. Müzik seslerin, matematik sayıların, geometri şekillerin, astronomi de kozmik varlığın âhengi demek. Bu dört yüksek ilmin (Quadrivium) ortak noktası “âhenk”… ve bu dört ilim, bir bütün olarak varlığı ifade ediyor. Trivium (mantık, belâgat ve gramer) ise insanı. Böyle bir başlangıç ve giriş, bizi varlığı ve insanı daha iyi anlamaya götürebilir. Varlığı ve insanı iyi anlamak ve bilmek demek, onları yaratan Allah’ı (celle celâluhu) iyi anlamak ve bilmek demektir, diye düşünüyorum. Dolayısıyla müzik, İslâm filozofu İbn Sînâ’nın geniş ilim şehrini dolaştıktan sonra karar kıldığı şu sözünde anlam kazanıyor: “İlim burada… fakat insan nerede ?” Sovyet şâir Vladimir Mayakovski; “Ne yaparsan yap, ama mutlaka yüreği olan bir iş yap” diyor. Müzik her şeye rağmen “yüreği olan bir iş”. Hatta sadece yüreği olan değil, aynı zamanda aklı olan da bir iş. Birbirini tamamlayan, birbirlerinin mütemmim cüzü olan akıl ve yüreğin işidir müzik. İslâm medeniyeti müziğe bu nazarla bakmakta ve izah etmektedir.