Buna göre akıl, esas itibariyle büsbütün olmayan bir şeyi ortaya koymakla yükümlü değildir. Ya da onun böyle bir özelliği yoktur. Ama akıl, nasları ve eşyayı idrâk etmek, yasalarını bulmak, anlamak, yorumlamak ve bunlardan istifade etmek durumunda, ehliyet ve kabiliyetindedir. İslâm'ın da akıldan istediği bundan ibarettir. Bu hüviyetteki akıl, aynı zamanda teklifin ve vahye muhatab olmanın da zorunlu şartıdır. İslâm, dini devre dışı bırakan eğilim, akım ve ideolojilerin yaptığı gibi, akla beşeriyetin yaşaması ve uygulaması için siyasal düzenler ya da ahlâk ve değer ölçüleri vazetmesi görevini vermez, ondan böyle bir fonksiyon icrâ etmesini istemez. Çünkü bunlar aklı aşan ve aklın yüklenemeyeceği, altından kalkamayacağı kadar ağır yüklerdir.