Ucu bucağı görünmeyen düz ovalarda ilerlerken havada uçan bir sineğin kapladığı yer kadar bile yer kaplamadığı sezgisinden kendimi azade edemediğim gibi bir hiç olarak görmekten de soyutlayamam düşüncelerimi. Gökyüzü ile arama engel olan yüce dağların altından yol veren tünellerin her an üzerime çökeceği hissinden yakamı kurtaramam bir türlü. Tekerleri yerden kesen köprülerin geçişi esnasında arabanın altından her an kayıp tepetaklak olacağından ürperir, bu mekanlarda hissettiğim biçareliği, acizliği, güçsüzlüğü ve ıztırarı tarif etmem imkansız. Bu durumu hep insanoğlunun zayıf yaratılmış olma duygusuna bağlarım. Özellikle tünel ve viyadük girişlerinde zayıflığın, güçsüzlüğün, gereksizliğin ve hiçliğin zirvesini yaşarım. Bu geçiş zamanlarında “Gökte olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz?”. diyen ayet çınlar kulaklarımda.