Dilimizde aynı türküyle, bir yağmur türküsü ile yürümeye devam ediyoruz.
Farkında olsak da olmasak da; unutsak da hatırlasak da hep bir arayış içinde ve bir yitiğimizin ardındayız. Nedir yitirdiğimiz;
bir zaman bulduğumuz, yeniden yitirdiğimiz, yeniden bulduğumuz ve bugün yine yitirdiğimiz?..
Bulduğumuzda değerini anlayamadığımız, yitirdiğimizde onsuz edemediğimiz ve âdeta kendimizi de yitirdiğimiz?.. Şaşkınlı
ğın elinde özgürlüğümüzü de yitirdiğimiz: Özgürlüğümüz, kendimizle kalamayışımız, kendimize ait zamanımızın ve alanımı
zın olması değil mi? Hem düşünce hem de hayat itibariyle mahremiyet alanlarımızı bütünüyle yitirişimiz!..
Ötesi karanlık bir boşluktan ibaret değil mi? İnsanın, insanî çabaların ve eylemlerin, algı ve dikkat açısından uzaklaşıp an
lamsızlığa büründüğü karanlık bir boşluk. Bütün ölçülerin yitirildiği, sürekli bir düşüş bu boşluğa... İnsanın gözlerini kapayıp
kendini bırakma hâlinin, vazgeçmenin, sorumluluk bilincini ve yükünü bir kıyıya iterek rahatlamanın ifâh olmaz hazzı.
İşte o yağmur türküsünün ve o aldanışın köpüklü coşkusu...