“Bir insan kendi hikâyesinin farkına ancak eyleyerek, eylemde bulunarak varabilir. Bununla
beraber insan; bildiği, yapıp ettiği, kurduğu, oluşturduğu, inşa ettiği hikâyeyi başka şeylere oranla
çok daha iyi anlar ve ancak kendi hikâyesini anlayan bir insan, bir başkasının hikâyesini
anlatabilir. Başkalarının hayatlarına ancak bu şekilde vâkıf olabilir. Kendi acısını fark etmiş bir
insan, bu tür bir acıyı deneyimleyen bir başkasını yazabilir, çekebilir, oynayabilir, gösterebilir.
Çünkü insanın ilk müracaat öznesi kendisidir.”
ERCAN KESAL
İnsan kendini bir pey akçesi gibi nasıl ortaya sürer?
Neden artık her birimiz yılkıya giden atlara benziyoruz?
İnsan kendini nasıl dünyanın bir parçası hissedebilir?
Bir şeylere başlamak, adım atmak isteyen herkese yönelik bir ortak düstur var mıdır?
Bizi en çok başka dile çevrilemeyen sözcükler mi anlatır?
Rahatı bulduğumuz yerde tükenmeye mahkûm muyuz?
Birbirinden habersiz birçok senarist neden tam da şu anda aynı hikâyeyi yazıyor?
Farik ve mümeyyiz bir toplum olmaya daha çok yolumuz var mı?
Antropoloji çalışmak, antropoloji üzerine düşünmek bir sanatçıya ne öğretebilir?
“Birazdan okuyacaklarınız, Grimm Masalları’ndaki çocuklar gibi yapayalnız bırakıldığım
ormandan tekrar dönebilmek için evime, cebimde sakladığım ekmek kırıntılarından başka bir şey
değildir. Bütün derdim eve sağ salim dönebilmek…”
Yenal Bilgici sordu, Ercan Kesal yanıtladı. Cebimdeki Ekmek Kırıntıları eve dönmek için bir
rehber, bir yoldaş… Sayısız kitap ve film eşliğinde insana dair bir yolculuk...