Tarıkın gözleri yükseklerden akan bir nehrin burgacına düşmüştü sanki, bir türlü kurtulamıyor, baktıkça bakası geliyordu Gönüle. Çünkü Gönül tam bu esnada o pürüzsüz ve ışıltılı yüzünü eğiyor eğiyor, götürüp iştahla söylediği türkünün nağmelerine yaslıyordu bir çiçek demeti gibi. Bakışlarına ne kadar çok masumiyet yüklemeyi biliyordu bu kadın? Altın parıltılı saçlarını beyaz teninin üstüne yıkıyor, sonra başını gerilere atıyor, hafif bir boyun hareketiyle saçlarını dalgalandırıyor, iki yana dağıtıyor, uçmaya hazırlanan beyaz bir güvercin gibi müziğin ritmine göre kollarını çırpıyordu:
Çiçekten harman olmaz
Yâr derde derman olmaz
Darılmış güle bülbül
Gelip dalına konmaz
Loyloy diloy loy, loy loy diloy loy
Böyle türkü mü söylenirdi? Bir ses bu kadar mı berrak dökülürdü ince bir ağızdan? Tarıkın taşkın duyguları başıboş sular gibi uzana uzana akıp gidiyordu.
Türkünün arasında bağlamanın telleri bayatî makamına geçince, Gönül yavaş yavaş sahneden indi, bir garson yetişip eteğini tutmaya çalıştı ama o kayıtsız bir tavırla bir kaç adımda Tarıkın başına dikildi. Çok keskin, çıldırtan bir koku bulutu da onunla birlikte gelip yerleşti masaya.