Her sanatçı, yaşadığı devrin gizli tanığıdır aslında ve yaşadığı döneme üçüncü bir gözle bakar. Ben de, beni çiğdemlerle, çiçeklerle beraber emziren bozkıra baktım.
Tam kırk yıldır, sarı, çorak, garip, mahzun, yoksul, sefil bir bozkır biriktirdim içimde Bozkırın cılız, kavruk, perişan, pervasız, yiğit, insanlarını; her baharda coşup çağlayan, yazın kuruyup, biten derelerini; gündönümü ile açan ve birkaç gün içinde solup giden çiğdemlerini, nergislerini
Kimi zaman çaresiz, kayıp bir çocuk geçti içimden; kimi zaman garip bir çoban, türbeleri bekleyen bir deli, gönlünü sebil eden derviş ruhlu bir ihtiyar, yoksulluğu ciğerine çekip zurnasına üfleyen bir ulu abdal, kınalı saçlarıyla ocaklardan ocaklara ateş taşıyan kadın
Belki bu yüzden hikâyelerimin anavatanıdır bozkır. Ben, kırk yıldır ruhuma akan, sonra içime sığmayan, gönlümden taşan bozkırın; her türlü çaresizliğe karşı umutla hayata tutunan bozkır insanlarının tanığı oldum. Bozkırı yazdım