“İnsan bulunduğu çevre, içine doğduğu dil tarafından zihniyeti etkilenerek dünya hayatını devam ettiren bir varlık. Etkilenen bir varlık olarak bu iki unsur tarafından tahayyül gücü, hatta tahayyül istidadı payını alıyor. Tahayyülümüzün neye veya nerelere yöneleceğinin de bu etkilenmeden payını aldığını söylemek gerekir mi bilmiyorum. İçine doğulan dil her şeyden fazla olarak insanın düşünme faaliyetinin nasıl ve ne şekilde işleyeceğini etkilediği gibi aynı zamanda kelimelerle çizdiği veya çizeceği resimlerin de neye benzeyeceğinin en azından hududuna işaret ediyor. Hayale hudut çizdiğimiz sanılmasın. Hani “insan hayalinin sınırlarının enginliği ve hayal edebildiği müddetçe kendidir” dense yeridir! Topluluk içinde hayatını devam ettirebilen bir varlık olarak dıştan gelebilecek her neviden etkiye açık olmamız hayatın tabii seyrine uygun bir durum. İçinde bulunduğumuz muhitin de üzerimizde en fazla etki eden unsur olması kadar tabii bir şey yok. Edebiyat meraklısı bir muhitte bulunan kişi ile ticaretle meşgul ve ticaret meraklısı bir muhitte hayatını devam ettiren kişinin hayallerinin yöneleceği şeylerin haliyle farklı olacağını düşünüyorum… Türkçe içine doğduk. Meramımızı Türkçe izah ediyoruz. Edebiyat eserlerimizi Türkçe ile kaleme alıyoruz. Şiirimizi Türkçe kaleme alıyoruz ve Türkçe okuyup yazan bir kesimi muhatap alarak neşrediyoruz. Yazdığımız şiirlerle Türkçeyi kuruyoruz, Türkçeyi zenginleştiriyor veya fakirleştiriyoruz. Mesele Türkçe olduğu için tahayyülün tezyin eden ve zenginleştiren bir tahayyül olup olmadığı, tıkız ve kısırlaştırıcı, üstelik fakirleştirici bir tahayyül olup olmadığı da yine lisan anlamında dil olarak içinde bulunduğumuz muhitin diliyle bağlantılı olduğunu söylemek mümkün herhalde. Mesele Türkçe olunca dedik, çünkü Türkçe ne yazık ki 70-80 yıldır aramızda bir tefrika unsuru olarak iş görüyor. Özellikle de 27 Mayıs darbesinin ardından meydana gelen edebiyat muhitindeki ayrışmadan bu tarafa tam bir tefrika ve kavga unsuru hâlinde iş gördü. 27 Mayıs darbesinden sonra o güne kadar aynı dergilerde eserlerini yayımlayabilen şairler, hikâyeciler artık neredeyse aynı dergilerde bir araya gelemez oldular. Ayrışma dediğim bu…” (Kitaptan)