Denizağaçları, Kemikyüzleri bir Çingenenin düşürdüğü elmanın yuvarlanmasını seyrederken insanlığın kaderini yenemeyişini, içindeki sesi çoğaltmaya çalıştığında dudaklara zımbalanan teli, turuncuyu siper almanın çaresizliğini anlatır. “Denizağaçları”nda, alışılmışın içinde olup bitenler ilk kez görür gibi izlenirken “Kemikyüzleri”nde, insan zihninde ve ruhunda kat kat derine inip hapsolunan karabasandan uyanma çabasındaki o aşina duyguya varılır. Bildik dünyanın seyrinde bir çocuğun hayal gücüyle, tanıdık olan olağanüstüne evrilir. Bir kemiğin kesildiği yerde perdeler iniverir. Feyza Ay, kelimeleri bağırarak söylemektense sözcüklerin sessizliğinden alır gücünü. İfşa edilmeyen ne varsa bir işaret, bir imge, bir hareket üzerinden okura geçer. Distopik dünyanın karamsarlığından masum çocukların renklerine, ruhların fiyakalı hüzünlerine uzanan hikâyeleriyle ne kadar bilinse de hep bilinmeyen bir keşifle karşılaşılabileceğini hatırlatır.