İkinci Dünya Savaşı’nda çarpışan altı büyük devletin liderleri, 1940 Mayıs’ı ile 1941 Aralık’ı arasında birbiriyle bağlantılı bir dizi karar aldı. Savaşın neticesini tayin eden bu kararlar, geleceğe ve yaşadığımız dünyaya büyük ölçüde şeklini verdi. Peki bu kararlar nasıl alınmıştı? Bu kararları alırken liderlerin önlerinde ne gibi seçenekler vardı? Ellerinde doğru veya yanlış hangi istihbarat mevcuttu? Liderlerin karakterleri ve lider haricindeki faktörler alınan kararları nasıl etkiledi?
Kershaw, İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktalarının ardındaki plan, karar ve uygulama safhalarının izini sürerken bu büyük mücadelede hiçbir şeyin kesin olmadığını bize tekrar hatırlatıyor. İngiltere 1940 Haziran’ında Hitler ile barış masasına oturmaya karar verseydi yahut Almanya 1941 Haziran’ında Sovyetler Birliği’ne batıdan tek başına taarruz etmek yerine Japon İmparatorluğu’yla çift taraflı müşterek bir istilaya başlasaydı gidişat şüphesiz çok farklı bir hâl alacaktı. Peki ya Almanya aynı anda iki cephede savaşmasa yahut Japonya Pearl Harbor baskınını yapmasaydı? Kershaw, en nihayetinde iki ülke için de felaketle sonuçlanmış olsa da bu kararların siyasî ve askerî hedeflere dayanan menfur bir mantığın sonucu olduğunu ortaya koyuyor. Kershaw bir yandan Almanya, İtalya ve Sovyetler Birliği’nin tek adamın kontrolü altında olmaları ve bu liderlerin duymak istemedikleri şeyleri onlara söyleyemeyecek kadar dalkavuk müşavirlerle çalışmaları nedeniyle söz konusu üç ülkenin savaş sırasında büyük zorluklar yaşadığını gösterirken; diğer yandan demokratik sürecin daha yavaş ve sağduyulu bir şekilde ilerlemesiyle Churchill ile Roosevelt’in daha bilinçli kararlar alabildiğini örneklerle okuyucuya sunuyor.
Akademik titizlik, özenli tartışma ve sağduyulu muhakeme kabiliyetlerini büyük bir ustalıkla sergileyen Ian Kershaw, Dünyayı Değiştiren Kararlar ile İkinci Dünya Savaşı’na olağanüstü çarpıcılıkta bir yeni bakış getiriyor ve bu kritik dönemin heyecan ve belirsizlik hissini yeniden yaşatıyor.