Koğuşta yazdığım yazılarda kendi yaşamımı anlatmıştım, ama yalnız içimi dökmek, tutuklulukla savaşımda özbenliğimi yitirmemek için mi, yoksa özel durumumun dışında herkesçe okunup benimsenebilecek bir söz söylemek, bir bildiride bulunmak için mi? Kısacası bir yazın değeri var mıydı bu yazıların? Koğuşta bunu hiç düşünmedim, içimden geldiği gibi yazdım.
12 Mart 1971. Hümanizim anlayışının Türkiye'de yaygınlaşmasına öncülük etmiş yazar ve çevirmen Azra Erhat, o dönem pek çok aydın gibi tutuklanır ve dört ay Maltepe Askeri Cezaevi'nde kalır. Yaşamöyküsünü kaleme almaya da o günlerde başlar. Yeğeni Gülleylâ'ya öyküler anlatır gibi yazdığı anılarında çocukluk ve ilkgençlik yılları vardır. Gülleylâ'ya Anılar, En Hakiki Mürşit adıyla ve dört bölüm olarak yayımlamayı planladığı anılarının ilkidir. Cezaevinden çıktıktan beş yıl sonra yazmayı sürdürdüğü yaşamöyküsünün Koğuştan Sevgi'ye adlı ikinci bölümünü tamamlayamadan aramızdan ayrılır Azra Erhat. Burada anlatılanlar, onun kırılmaz aydın duruşunun en canlı örneğidir.