Sevinç Çokumun 1980le 1983 yılları arasında yazdığı bu roman, Türk dünyasının Kırımla ilgili bir dilimin ele almıştır. 18531856 Kırım Savaşı münasebetiyle Osmanlı Kırım yakınlaşması sırasında, Nizam Beyin kendi toprağına tutunma çabasının işlendiği romana Kırım Türk Tatarlarına has renkli örf ve adetlerin hâkim olduğunu görmekteyiz Nizam Beyle birlikte eserin diğer kişileri Arslan ve Giray Beyler, Şirin Gelin, romana özgün bir tad katan anlatıcı Felekzede Ârif Çelebi karakterlerinin güçlü çizgileri dikkat çekicidir. Kahramanların iç dünyalarının zenginlikleri, yazarın tarihi romanda olaydan bireye giden anlayışını ortaya koyar. Sevinç Çokumun yazarlığında belli bir noktaya ulaştığı Hilâl Görününce, Türk Edebiyatında önemli bir yeri doldurmaktadır. Salgır, gözlerini karanlığa dikmişti. Uzak sesleri dinliyordu. Yürüdü. Bir hicret kervanının son yolcusu gibi gövdesini akşamın karanlığı içinde sürükledi. Sanki uzaklardan onu çağıran Safa Beyin sesiydi. Yahut Arslanın Yoksa bozkır mıydı? Şafak sökerken Salgır Nehri kıyılarına varmıştı. Çatır Dağından doğan su durgundu. Yağmur bekliyordu. Adını aldığı bu nehirden su içti. Durup dinlendi. Sonra eski günlerdeki canlılığını yeniden bularak nehir boyunca yürüdü, koştu. Yaz güneşiyle kavrulmuş bozkırın kokusunu almağa başlamıştı. Doğduğu, bir tayken koştuğu bozkırın Kuzeydeki düzlüklere varınca, yürümeyi öğrendiği bu yerleri tanıdı. Başını göğe kaldırıp birkaç defa kişnedi. Sahibini çağırdı. Durup bekledi. Böylece bir gün daha geçti. Mor bir akşam daha indi. Çayırların alacalı renkleri sönüp geceye karşıtı. Salgır nalları aşındığı halde yine yürüyordu. O uçsuz bucaksız Deşt-i KıpçakdaYapayalnızdı.