Bir Müslüman Rabbine ibadet etmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirebilmek bağlamında iki tür tavır ve bakış açısı gelişmiştir. İlki, Allah Teâlâ'nın Müslüman'a farz kıldığı ibadetleri bir angarya, bir sorumluluk ve yapılması gereken bir zorunluluk olarak gören tavırdır. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, böyle bir bakış açısı insanı, Allah Teâlâ'yı hikmete mugayir şekilde emir ve nehiyler verme, temeli bulunmayan ibadetleri kullara yükleme anlayışına götürür. Halbuki Yüce Allah kula eziyet etmekten fersah fersah münezzehtir.
İkinci olarak, böyle bir tavır Allah Resûlü, Emirü'l-Müminin ve Hazret-i Seccad (a.s.) gibi yüce şahsiyetleri tanımaya engel olan bir düşünce tarzıdır.
Üçüncü olarak, bu bakış açısı Kur'an'ı da yanlış anlamaya neden olur. Zira Kur'an'ın zahir seviyesinde denilebilecek bir ölçüde bu hayatın bâtınını, ibadetlerin bir gerçekliğini ve insanların bir vakiliğinin bulunduğunu hissettirir tarzda ifadeleri vardır.
Diğer bir görüş de vardır ki, o da ibadetlerin bâtınî hakikatlerini gözler önüne serer. İşte Ehl-i Beyt membaından kana kana içen Ayetullah Cevadî Amulî gibi büyük bir şahsın dilinden bu hakikatlerin Kur'an ve sünnette yer alan temellerini okurken kendimizi başka bir atmosfer içinde hissedecek, hatta hayatımıza yeniden bir yön verme uğraşısı içine girecek ve yaptığımız ibadetlerden hazz almanın tadına varmaya çalışacağız.
(Tanıtım Bülteninden)