İbn Rüşd hakkında, etkileyici bir genelleme yapmak istesek, herhalde en uygun yargı şöyle olurdu: XII. Yüzyılda Kurtubada yetişmiş, Müslüman ve Kâdıl-kudât Aristoteles. Şüphesiz gelmiş geçmiş en büyük ve en etkili filozoflardan biri olan Aristotelesin, kendisinden on beş asır sonra yaşamış İbn Rüşd tarafından, böylesine derin bir biçimde kavranmış olması, gerçekten de başlı başına bir hayret mevzuudur. Fakat İbn Rüşdün dehası, özellikle, Aristotelesin, bilimsel düşüncenin ve bilimsel bilginin kurucusu ve sistemleştiricisi olarak kavranmasında kendisini göstermektedir. Şunu açıkça vurgulamak gereklidir: İbn Rüşd, bilimin merkezini oluşturan burhân/apodeiksis teorisi kapsamında yaptığı analizlerle, bilimsel düşüncenin kurucusu olan Aristotelesin sistemini işlemiş, geliştirmiş ve deyim yerindeyse güncellemiştir. Bu bakımdan, onun, Aristotelesin sıradan bir yorumcusu değil, Stageiralı ile aynı amaca yönelmiş bir filozof olarak değerlendirilmesi uygundur. Hatta İbn Rüşd hakkında ileri sürdüğümüz Müslüman Aristoteles nitelemesi, tekrar belirtelim ki, bizce kesinlikle doğrudur. Demek istediğimiz, A. Koyrénin Aristoteles felsefesi hakkındaki saptamasının, aynen İbn Rüşd için de geçerli olduğudur. Çünkü İbn Rüşdün ortaya koyduğu felsefî sistem de, tıpkı Stageiralınınki gibi Bilgiye susamış insanlara seslenir. Her şeyden, hatta felsefe olmaktan önce, bilimdir. Dinsel bir tutuma akrabalığı nedeniyle değil, kendi bilimsel değeriyle ortaya koyar kendisini.
İşte bu nedenle İbn Rüşd, İslam Medeniyetinin tefekkür tarihinde tecelli eden diyalektik akışın bir ucunu oluşturmaktadır; uzun asırlardır ihmal edilmiş, hatta unutulmuş olan bu büyük filozofun incelenmesi, işte bu nedenle ayrı bir önem taşır. Zira tek kanadı kırılmış bir kuş uçamaz. Müslümanların düşünce evreni içinde, İbn Rüşdün zirvesini oluşturduğu özgün felsefî düşünce tarzının tekrar sahneye çıkması, özellikle tefekkür planında birkaç asırdır karanlık çağını yaşayan Medeniyetimizin tekrar kanatlanabilmesi için elzemdir.