Şâri'in emir ve yasaklardaki maksadı, kulların maslahatlarını temin etmektir. Mükelleften istenilen de bu maksat doğrultusunda fiillerde bulunması ve Şâri'in kastına ters düşen bir şeyi kastetmemesidir. Nitekim İslam hukuk doktrininde bir fiilin veya sözün hükmünü belirleme hususunda kasıt esas alınır. Zira bir kimsenin söz veya fiillerinin kasıt neticesinde meydana gelmesi hâlinde söz ve fiillerine hüküm bağlanır. Bu takdirde bir akdin esasını, onunla elde edilmek istenen hukukî neticeye yöneltilmiş olan tarafların kastı teşkil eder. Nitekim hukukî işlemlerin geçerli olması hususunda bütün hukuk ekollerinin kasta önem atfettikleri, klasik dönem fıkıh kitaplarında açıkça görülmektedir. Örneğin çocuğun, akıl hastasının, baygın veya uyuyan kimselerin kasıtları bulunmadığı için fikir birliği ile beyanlarına itibar edilmez. Buna karşılık hata, ikrah ve hezl gibi kişinin kastı ile beyanı arasında uyuşmazlık söz konusu olduğu durumlarda kişinin kastına mı yoksa beyanına mı öncelik verileceği tartışmalıdır. Elinizdeki çalışma, fakihlerin kasta dair görüşlerini, dayandıkları delilleri ve örnek olarak gösterdikleri fıkhî meseleleri incelemektedir.