İnsanın dünyaya açılan beş penceresi vardır: Görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyuları. Biz maddeyi ve maddenin bazı özelliklerini bu duyularımız aracılığıyla tanımaktayız.
Onların emrine telsiz, telefon, mikroskop, teleskop gibi yardımcı cihazlar da vermişiz. Buna rağmen maddenin her özelliğini tabiatın her sırrını henüz anlamış değiliz. Duyularımız tabiat varlıklarını ve olaylarını idrak ederek bizim için malzeme toplar, işlenmek üzere akıl mekanizmasına iletir. Fakat her insanın aklı aynı malzemeden aynı mahsulü üretmez. O halde her asırda Allaha inanan büyük kitlelerin yanında, Ona inanmayan insanlar da olacaktır. Allahın varlığı konusunda ortaya konan deliller kişiye ışık tutar, gerçeğin yolunu gösterir, hatta gerçeğe yaklaştırır.
Ne var ki yine de arada bir mesafe kalır. Bu mesafeyi kapatacak ve gerçeğe ulaşacak olan insanın kendisidir. Son adımı o atacak, son kararı o verecektir. Herhalde kulun sorumluluğu, ceza veya mükafatı da bu noktadan doğmaktadır.