"İslâmda doğup tekâmül eden felsefeyi ihâtalı bir şekilde yazabilmek için muhakkak ki İslâmiyetten asırlarca evvel insan varlığının manasını ve umumî tefekkür ve felsefenin doğuşunu bilmek lazımdır. Bu ise beşerin fikir tarihini baştan nihâyete kadar tetkik ve tahlil etmekle mümkündür. Yeryüzünün taşıdığı varlıklar arasında insan varlığının kıymeti, mâhiyeti daha üstün ve daha manalıdır. Bunu tanıyabilmek için ancak eski asırları ve o asırların yıktığı bin bir türlü inkılapların neticesi medenî enkazı yoklamak lazımdır. İlk tefekkür ışığının parlamasından itibaren bütün tarihi izleyerek asrımıza kadar gelebilmek için parça parça o devirleri gözden geçirmek mecburiyetindeyiz… İlk “Esâtîr ve Efsâne (Mitolojiler)” devrinden itibaren tabiat ve eşya üzerinde seyri yoklamadan muasır malumât yüklenen bir dimağ, basit ve kıymetsiz hükümler arasında hakikati ne görür ve ne de gösterebilir. Medeniyet ilk defa fikirlerde hâsıl olan bir şûlenin nurlandırdığı sahalarda yayılmıştır. Bu nûrun çevrelediği hudutlar ne kadar geniş ve ileride ise terakkî ve inkişaflar da o nispeti [o nuru] aşamamışlardır... Mısır’dan Akdeniz medeniyetiyle Mezopotamya'dan İran’ı aşarak tâ Hindistan’a uzanan tefekkür hüzmeleri, hayat ve maişete ırkın istidâdıyla muhitin tarihine dayanarak devrimler, istihâleci genişlikler göstermiştir. Başlangıçta çok cılız bir fikir kıvılcımının asırlarca yürüyen hararet ve ihtirâkından medeniyetler doğduğu görülmüştür. Yeni âlemler kurulmuş, başka başka hayat şartları meydana getirilmiştir. Tabiat kuvvetleri bir ilah olarak takdis olunduğu medeniyetin çocukluk devirlerinde onların beşer varlıklarıyla münâsebetlerini temsil eden sanemleri yapılmış, mabetleri kurulmuştu. Bu karanlık asırların arasında yaşayış tarzlarını tanzim ve tensîke uğraşan cemiyetler dimağ ve rûhun iç dönümünden derin bir kudretle fışkıran akîdelerin akislerine göre med ve cezirler göstermiştir. İşte felsefe bu ilk köklerden başlamak suretiyle harekete geçmiş ve medeniyetleri idare etmiştir… Esasen bu fikir faaliyeti başlar başlamaz felsefe düşüncelerinin birbirini takip ettiği görülmüştür. Umumî hayat ve kâinat nizamları üzerine henüz şümûllü ve manalı düşüncelerin bir ışık hâlinde dimağda parlamasıyla vücûda gelen tefekkür hüzmesi, dimağdan dimağa intikal ederek genişlemeye devam etmiştir… Tek bir vicdanda doğan bu tefekkür ışığı, bir güneş kadar ziya ve hararet neşrederek bir fikirler âlemi yaratmıştır. Külliyeti kavrayan inkişaflar vasıtasıyla asrın umumî fikirlerine galebe etmesi nihayet zamanın felsefe hükümlerini, dava ve nazariyelerini kurmuştur.”