MÖ. 1500’lerde kurulan Kâbil, Orta Asya’yı Hindistan’a ve Doğu Türkistan’ı batısındaki topraklara bağlayan son derece stratejik bir şehirdir. Bu eserde ana kaynaklar ve modern araştırmalar esas alınarak öncelikle şehrin siyasî, sosyal, ekonomik, dinî ve kültürel panoraması ortaya konulmuş, ardından da Kâbil’in İslâm tarihi ve medeniyetindeki yeri ve önemine değinilmiştir. Coğrafî konumu sebebiyle Kâbil’in Ak Hunlar’dan başlayarak birçok Türk boyunun, Emevilerden itibaren de Müslüman fatihlerin ilgisini çektiği görülmektedir. Hint, Çin, Soğd ve İran gibi kadim medeniyet havzalarına yakın olmasına rağmen Kâbil bu havzalardan yeterince beslenememiştir. Bu bağlamda şehrin siyasî hadiseler ve ticari faaliyetler ile ön plana çıktığını söylemek daha doğru olacaktır. Semerkand, Buhara, Belh, Tirmiz ve Kaşgar gibi ilim merkezlerinden feyiz almışsa da ilim ve kültür sahasında bu merkezlerin gölgesinde kalmıştır. Yine de Kâbil, fethinden sonra idarecilerin, ilim, fikir ve gönül insanlarının gayretleriyle zaman içerisinde İslam medeniyetinin tanınmış merkezleri arasında yer almayı başarmıştır. 19 yüzyıldan itibaren Rus ve İngiliz emperyalizminin kıskacına giren Kâbil, Osmanlı Devleti’nin ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle Batı hegemonyasından belli oranda korunabilmiştir. Kâbil’in jeo-stratejik önemi, 1979-1988 arasında Sovyet ve 2021’de sona eren yirmi yıllık Amerikan işgaline uğramasının temel nedenidir. Böylelikle yaklaşık yarım asırdır akan kan, yaşanan maddi-manevi kayıplar, fakirlik, geri kalmışlık ve kardeş kavgası Kâbil’in âdeta kaderi olmuştur.