Savaş; San'a'da Bağdat'ta Şam'da Halep'te binlerce yılın birikimi olan şehirleri, oralarda kurulmuş olan medeniyetlerin şaheserlerini, nesillerden nesillere aktarılan insani birikimini yıkıp yok ederken, topluca bir ülke halkını imha edip milyonların içerisinden kâh gruplar bazında kâh bireyler açısından âbide şahsiyetler, korkusuz kahramanlar çıkaran ilginç bir paradoksun hikayesidir. Hayat; her türden inanca, fikre aidiyet kavgasına, yaşamın tüm karmaşasına, keşmekeşine, çilesine rağmen doyasıya yaşamaya, aşka, heyecana; kaybedişlerin birikiminden ortaya çıkan zaferlere gebe, gelecek endişesinden koparılmakla birlikte inanılmaz bir gelecek kurma becerisinin zuhur ettiği tuhaf bir hikâyenin paradoksudur. Ölüm ya da şehâdet; nefes almaya, lezzetli yiyecek ve içeceklere, gezip tozup eğlenmeye, sevdikleriyle birlikte gülmeye hatta ağlamaya veda edişi, uhdesinde barındıran sessizliğe inat tüm cihana aslında ne kadar kaçınılmaz olursa olsun ne kadar da büyük bir güzelliği barındırabileceğini tüm ruhları titreten bir sesle haykıran garip bir diriliştir. Kahramanın hikayesinde tüm bunları doyasıya gözlemleyebileceğiniz, hissedebileceğiniz hatta yaşayabileceğiniz bir romanla baş başasınız. Bazen bazı kitaplarda insan kendini okur gibi hisseder, bazen ise kendini okur. Okur olmak çok güzel olsa da kendimizi bir başka açıdan okumak daha güzel olabilir mi?