Keşke diyordu Kürşat; kamuflaj, maskesi, atı ve kılıcıyla ansızın yeniden çıkıp gelse. Yine o çatık kaşlarının altından keskin keskin baksa. Hadi atla gidiyoruz, dese. Karların altında kışa ilk isyanı başlatan beyaz bir kardelen gibi o zindandan çıkarıverse başını. Geceleyin yeniden çalsa mazlumların kapısını. Gündüzleri salınarak yürüse sarayın koridorlarında. Arkadaşlarını toplasa yeniden. Yine Hırsla savursa kılıcını. Kendini tutsak edenlerin kellelerini ayırsa gövdesinden tek tek. Yine hesap sorsa. Dikiliverse zulme. İsyan etse yine gizli gizli. Yine güneşle uyansa. Gülümsese, kızsa, merhamet etse, intikamla dolsa, sinirlense, sakinleşse, dalgalansa önce, sonra yine durulsa. Uzaklarda bir şey hayal edip dalsa uzun uzun, yine özlese, yine beklese bir şeylerin değişeceği günü, zalim ve mazlumdan oluşan iki renkli dünyanın en sonsuz mavisi olsa yine. Acılarını anlatsa, ağlasa her dolduğunda. İhtişam içinde kendini mazlumdan yana olmaya kaptırsa. Yine sarayın yalnız kızı olsa ama ölmese!
Ah Sofia! Keşke, keşke