Sokak aralarındaki soğuk çeşmeler gibiydi hayatım. Faytonların önünde dili dışarıda, dört nala koşan atın yelesi gibi rüzgâra saldım tüm kederimi; savrulsun diye.
Kendi kendime öğrendiğim bir şey var. Çaresizlikte bulduğum bir yol... Beni mutsuz eden, her şeyden yüzümü çeviremesem de gönlümü çeviriyorum. Gönlü görmezse, gözü de görmüyor insanın. Dolayısıyla nasıl bir ferahlık, anlatamam.
Hayatın sırtınıza yüklediği küfeyi bir ucundan tutmak gibi... Eski konağa geri dönmüş gibi... Kumru yuvasının kenarında kollarımı bağlayıp şehre tepeden bakar gibi...
Ahh eski konak! Sen hiç bağlama kollarını, hep aç ve kucakla beni.
Bir kumru kadar yerim olsa da onunki çalı çırpıdan, benimki eski tahtalardan... Bahçedeki tarihî çeşme gibi akıp geçse de yıllar, ömrümü senden uzağa atma!
At arabalarının gelip geçtiği, atların nal seslerinin yankılandığı Osmanlı kokan sokak aralarında kaybet beni. Söz, kimse duymaz sesimi. Bir tek Paşam Sultan bilir yerimi. O da bir tek rüyalarıma gelir, bir de dualarıma...