Cahit Okureri otuz dokuz sene önce tanıdım. O zaman Yüksek Muallim (Mektebi) talebesi idi. Öğretimin ve üniversitenin ruhlara gaye ve emel aşılamadığı bir çevrede ideale susayanlardandı. Edebiyat Fakültesinin ruh vermek şöyle dursun, edebiyatı da sevdirmeği bir neslin arasında aç ruhuna sindirecek dâva arıyordu. Asil ve nazik tavırlarının gizlediği iştiyak, büyük mesuliyetleri yüklenecek bir varlık olduğunu gösteriyordu. Yalnızlığı kendisine yeterli olabilecek ve büyük hareketlere atılacak gibi görünüyordu. Merhum Remzi Oğuz Arıkın o zaman önder olduğu Anadolu dâvasına gönül verenlerin arasına, iddiasız ve gösterişsiz, sade samimiyet taşıran karakteriyle karıştı. Şahsını ve menfaatı dâvaya feda edebilen halleriyle çevresi onu kolayca bağrına bastı. Onu Millî Mücadeleden Cumhuriyete geçişteki büyük uçurumu anlayamayan bir gençliğin arasında tanımıştık. Remzi Oğuzun ateşli o âşık şahsiyetinde dâvanın kutsallığını kavradı. İyi bildi ki kendinden istenen şey, idealden realiteye, fikirden harekete geçerken fire vermemek, öncekilerin açtığı uçurumu bir daha yaratmamaktı. Cahit, bu taahhüdü nümayişsiz ve karşılıksız, en asilâne kabul edenlerdendi. Ruhunun büyüklüğü, hareketlerindeki tevazudan taşıyordu. Hizmet ehli bir insan olduğunu az zamanda tanıttı. Bakışlarında, menfaat arayıcı gerçeklere tenezzül etmeyen cömert bir asalet vardı. Gerçekten kendisine emanet teslim edilebilecek bir insandı. NURETTİN TOPÇU, 1973