Tûsî kelâm ilmini zirveye taşımış ve ona felsefî bir hüviyet kazandırmıştır. Tûsî’nin yaptığı, işte buydu. Fahrüddîn Râzî ise tam tersine felsefeyi çökertmeye ve kelâm ilmini Eş‘arî bir renge büründürmeye çalışmıştır. Râzî de felsefe okumuştu, hatta Gazzâlî de bir dönem felsefe üzerinde yoğunlaşmıştı. Ancak onlar bu okumalarını, çalışmalarını felsefeyi Eş‘arî bir kelâma döndürmek için yapmışlardı.”
“Yüce Allah kendi Zât’ına karşı mübtehicdir (kendi Zât’ından sevinç duyar). Çünkü O’nun Zât’ı mutlak kemâl ve saf ibtihâcdır. İnsan da aynı şekilde mübtehicdir [behcet sahibidir]. Hem de bu, sonsuz bir ibtihâcdır. Hakk Teâlâ’nın kendi Zât’ını sevmesi ve bundan sevinç duyması (ibtihâc), tüm mazharlarda aşk olarak zuhur eder.”
“’Ben’imiz, kendi zihnimize sığar mı, sığmaz mı? Zihnimiz, deyim yerindeyse, bizden (ben’imizden) bir kokudur sadece. O ben’imizin şuûnundan bir şa’ndır. Bu durumda bütün bu şuûn [varlığımızın, vücûdî boyutumuzun görünümleri, tecellileri; haz.], tek bir şa’na [tecelliye] (zihin) nasıl sığabilir?”
“Yani akıl adeta dile gelip şöyle diyor: ‘Ben sonsuzun bir anlamının olduğunu biliyor, onu anlıyorum. Ancak o benim kalıplarıma sığmaz ve benim tasavvur edebileceğim bir şey değildir.’ Bu neyin hükmüdür? Aklın! İşte bu, kendi sınırlarının bilincinde olmaktır.”
“Düşüncenin kendisi dahi Rabbânî bir aydınlanmadır, Hakk’ın katından gelir. Ne yazık ki onu bozup, doğasından saptıran bizleriz… Maddeden fikir türemez ki! Fikir maddenin (hacim, hareket, ısı vs.) mahsulü değildir; en büyük yanlışlardan birisi de budur ne yazık ki… Düşüncenin tek bir kaynağı vardır, o da melekûttur.”