Nasreddin Hoca... Onu kim anlatabilir... Hayatın mevcut görüntülerini aşarak, gülümseyen, muzip, esprili, düşündüren yüzünü olanca derinliği ve kuşatıcılığı ile O'nun kadar özlü anlatabilen bir başkası var mı? O, yerleşik olanı ve alışılagelmişi aşan yeni bir mantık, alelade kurnazlığı iptal eden bir zekâ, hileye bile varlık tanıyan bir hoşgörü. O'nu mizaha hapsetmek mümkün mü? O, medeniyetimizin çok cepheli bir portresi. O, bazen insanın içinden geçenleri okuyan ve insan davranışlarının zengin anlamlarını ortaya çıkaran bir psikolog, bazen hayatın anlamını, bir cümleyle özetleyen bir bilge, bazen toplumu çözümleyen ve toplumsal ilişkileri kendi formülleri ile açıklayan bir sosyolog. Bazen de hükümdara karşı siyaset üreten bir stratejist. Ya da yaratıcının işlerini derinden kavrayan bir mutasavvıf... Yaratılışın cilvelerini görüp mevcut kanaatini hemen iptal eden bir mütevekkil... Ve gönlü ile yaratıcı arasına gayrıyı sokmayan bir derviş... Velhasıl kalbine bütün varlığı doldurmuş ve her yaştan insanın gönlüne yerleşme mahareti göstermiş bir dost, bir akraba. Öyle bir miras bırakmış ki ona büyükten küçüğe herkes talip. Ve herkese kendisi kadar seslenmenin sırrını bulmuş bir simyacı.
Whitehead mizahın, esprinin medeniyetlerdeki iyileştirici etkisini
keşfetmişti. Hoca, tam da bu iyileştirici güce sahip bir bilge. Ona
her zaman ihtiyacımız oldu, olacak da. Onun akla, mantığa ve
zekâya nefes aldıran dünyasına her zaman muhtacız... Gülümseyen yüzüne, çelebiliğine, vurdumduymazlığına, kendi kendisiyle dalga geçebilmesine, ferasetine...