“Nerden Gelir Bunca Işık” Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu Anısına başlığıyla yayımlanan bu eser öğrencileri, yakınları ve sonraki kuşaklardan akademisyenlerin yazılarıyla ortaya çıkan bir eser oldu.
“Ali Nihad Tarlan Hocanın arkasından Günay Hanımla Âmil Beyin fakülteden ayrılmalarından sonra, öğrenciye Dîvân edebiyatını tadına vara vara öğretme işi tek başına ona kalmıştı. Mesleğini seven, hem de her şeyden çok seven Çavuşoğlu, bölümde bir anda Dîvân şiirinin bütün inceliklerine vâkıf, bu şiiri seven ve sevdirmeye gayret eden yegâne hoca mevkiine yükselmişti. Dîvân şiirini anlayış tarzı ve yorumlaması, çeşitli dîvân yayınları ve bunları hazırlarken takip ettiği usul, birçoğumuzun adını bile duymadığımız Dîvân şiirinin ikinci, hattâ üçüncü dereceden şairleri üzerine ısrarla eğilmesinin sebeplerini, Dîvân şiirinde uzman olan arkadaşlarımız şüphesiz benden daha iyi takdir ederler…
Çavuşoğlu, eskilerin deyimiyle son derece “tez canlı” ve devamlı hareket hâlinde olduğu için, konuştuğu kadar rahatça yazı yazamıyordu. Onun tam tersine, son derece sakin tabiatlı ve çok rahat yazı yazabildiği için yakın arkadaşı rahmetli Erol Güngör’e (ö. 1984) gıpta ederdi. Bir de, sohbet sırasında ballandıra ballandıra anlattığı şeyler için; “Bu bize anlattıklarınızı yazsanız da başkaları da öğrensin!” dediğimiz zaman; “Benim bu anlattıklarım eskiden herkesin bildiği sıradan şeylerdir, bunlardan yazı falan olmaz!” der ve işin içinden çıkardı…
Ölümü üzerinden tam otuz altı yıl geçmiş olduğu hâlde, onu her an odamızın kapısını hızla açıp nefes nefese içeriye gireceği duygusuyla bekliyoruz. Memleket irfanı için tam anlamıyla verimli olabileceği bir yaşta aramızdan ayrıldı. Kadere, Allah’a, ahirete, hesap gününe “hakka’l-yakîn” derecesinde iman eden hakikî bir mümindi…
1962 yılında üniversiteye intisap eden ve yirmi üç yıl sonra, 1985 yılında üniversite hayatında varılabilecek en üst basamağa, yani profesörlük rütbesine çıkan Mehmed Çavuşoğlu, kuru bilgi aktarıcısı olmaktan başka vasfı bulunmayan klasik ilim adamlarından farklı biçimde, öğrendiklerini aynı zamanda nefsinde yaşayan, alabildiğine duygusal ve heyecanlı bir gönül adamı idi…”