Ölüm nedir? Bir insanın ölmesi, onun varoluş ufkundan silinip gitmesi, yok olması yahut hiçlik girdaplarında kaybolması mı demektir? Acaba ölümle aramızdan ayrılan insan başka bir varlık boyutunda yaşamaya devam edebilir mi? Bu sorulara verilecek her cevap acımasız bir spekülasyondur ancak; zira ölüm hayatın en karanlık yüzü, en büyük hilesi ve ironisidir. Ölüm en derin sessizlik, en büyük bilinmezdir; muammaların muammasıdır. Sonsuzluktan bir çekirdek olan Ben'imiz, Allah'ın kudret elinde şekillendiği için ölümsüzdür; fânilik onun dünyayla olan irtibatına yansımıştır, özüne değil. Ruhumuzun dünya hayatı fânidir; ancak özü, çekirdeği yahut ruhun bizatihi kendisi ebedîdir. Ölümün bir girdap gibi varlığımızı yutması ruhumuzun ölümlülüğünü göstermez. Göstermez çünkü ölüm ancak fâni varlığımıza zarar verebilir; ebediyetten bir soluk olan gerçek varlığımız yine ebediyete intikal eder. Ölüm fikrini, fikirler kâinatımızın merkezine yerleştirerek dünyaya baktığımızda dünyanın ve hayatın güzelliklerini çok daha iyi algılayabilir, hayatın bize neler sunduğunu fark edebiliriz. Dolayısıyla ölüm bize ebediyetin kapısını açtığı gibi, hayatın ve dünyanın da kapılarını açabilir.