Ramazan-ı şerif, Müslümanların hem ibadet hayatında hem de sosyal hayatında çok etkili izler bırakan, orucu, teravihi, mukabelesi yanında pide kuyruklarından çarşı pazardaki hareketliliğe, medyadaki değişime kadar gelişiyle sosyal hayatta kendini mutlaka hissettiren bir ay olup her yönüyle ayrı bir çalışma konusudur. Eskiden “süresi uzatılmış bir bayram” gibi görülen cami merkezli ramazanlarda mukabeleler, Enderun usulü teravih namazları, temcidler ve evrâd ü ezkârla ruhlarını doyuran insanlar, iftar davetleri, sadaka ve zekât gibi toplumsal ibadetlerle kaynaşıp kardeş olduklarını yürekten hissederlerdi. Bunun yanında teravih sonralarında zaman zaman sahura kadar süren Karagöz, Orta oyunu, Meddah gibi programların tertip edildiği mekânlara giderek, meşruiyet sınırlarını aşmadan eğlenmesini de bilirlerdi. Bu insanların ramazanında zaten Kur’an-ı Kerim’le nurlanan gözler, akşamdan akşama mahyalarla aydınlanır, kulaklar ve kalpler ise, teravihlerde ilahi ve salât-i ümmiye’lerin, sahur vakti de minareden yükselen temcidin lâhuti sesiyle dolardı. On bir ayın sultanı olarak görülen ramazanlar gelsin de gitmesin istenir, bayramla birlikte dillerde bir daha ki ramazana kavuşma ümitleri terennüm edilirdi.