Bu eser Türkiye’nin ilk sosyologlarından Ziya Gökalp (1876-1924) ve Mehmed İzzet’i (1891-1930) aynı konudaki yazılarıyla buluşturuyor. Yaklaşık yüz yıl önce kaleme alınan bu yazılardan ilki Ziya Gökalp’e ait olup 1333/1917 tarihinde İçtimaiyat Mecmuası’nda Cemiyette Büyük Adamların Tesiri başlığıyla yayımlanmıştır. Kitabın daha geniş bir bölümünü meydana getiren Mehmed İzzet’in İçtimaiyat, Muasır Hayat ve Büyük Adamlar başlığını verdiği makalesi 1339/1923 yılında üç makale halinde Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası’nda yayımlanmıştır. Mehmet İzzet’in konu ile ilgili 1927’de Hayat Mecmuası’nda yayımlanan iki makalesi de eserin sonuna ilave edilmiştir. Bunlardan ilki Fizolof ve Haşmetpenah ikincisi de Oswald Spengler’e Göre Devlet Adamı ve Siyaset.
Büyük adamları kendi tabiriyle ‘müstesna insanları’ iki sınıfa ayıran Ziya Gökalp ilk grup için din mübeşşirleri, büyük fatihler, büyük inkılapçılar, büyük kahramanlar gibi tarihte umumi cereyanları açmaya muvaffak olan kuvvetli imanlı ve şiddetli iradeli zatları; ikinci grup için ise marifet ve medeniyetin herhangi bir şubesinde keşif, icat yahut ıslah suretinde büyük bir yenilenme ve terakki meydana getirenler zikretmektedir.
“Büyük adamlar meselesi beşerî hayatın mana ve kadri meselesidir.” diyen Mehmed İzzet şu soruları cevap arıyor: “Bir insanın büyük, kahraman tanınması için ne lazımdır? Evvela bir insan, ikinci olarak da onu kahraman tanıyan bir topluluk. Bu iki kısmın birbirine olan bağını (ilişkisini) düşünürsek o zaman şu sual karşısında kalırız: Adamın büyüklüğü cemiyetin büyük tanımasından mı neşet eder, yoksa cemiyetin büyük tanıması adamın büyüklüğünden midir? Adamın büyüklüğü ve cemiyetin takdisi (kutlu, mübarek kabul etmesi), bunlardan hangisi sebep hangisi eserdir? Söylemeye lüzum yoktur ki içtimaiyat bakış açısından ferdin büyüklüğü cemiyetin vicdanına bir ayna olmasından ibarettir. Büyük adamın dehası toplumun dehasıdır, ancak ondan mülhem olmak şartıyla bu vasfa liyakat kazanılabilir. Kahraman ve dâhinin rolü cemiyetin vicdanını kendine yansıtmaktan, “şuurlaştırmaktan” ibarettir…”