Herhangi bir olguya yaklaşırken o olgunun karakteristik özellikleri üzerinden yola çıkmak ve insanların eylemlerini dikkate alarak olguyu çözümlemek geçerli ve kullanışlı bir usuldür. Yazar bu eserinde modernist mimar Egli üzerinden yola çıkarak ve onun 1930'lar Türkiye'sinde yaptıklarını dikkate alarak somut deliller vasıtasıyla Türk modernleşmesine bir açıklama getirmekte, ona ışık tutmaktadır. Genel olarak değişimi ya da devrimi öngören bir siyasi erk, bu öngörüsünü ülkesinin coğrafyasında anıt niteliğinde mimari yapılar inşa ederek gerçekleştirir. Türkiye'de de Cumhuriyetle başlayan devrim süreci o zamanlar mütevazı bir kasaba olan Ankara'yı, modernitenin karakteristik bir başkenti haline getirmek istemiştir. Bu arzu istikametinde İsviçreli mimar Egli ülkeye davet edilerek, ona modern mimarinin uygulamalarını yapmak yolu açılmıştır. Egli önce genç Cumhuriyet'in önemli bir işlev alanı olan köy okulları projesini, akabinde o zamanki adıyla Sanayi-i Nefise Mektebi olan mimarlık okulunu, yepyeni bir müfredatla modernist mimariyi tedris etmeye başlamıştır. Egli, köy okullarından sonraki eylem alanı mütevazı bir Anadolu kasabasından modern bir başkente dönüşmekte olan Ankara olup, mimar bu şehirde modernitenin usullerine uygun bir şekilde birçok lise ve fakülte binası yanında resmi daire de tasarlamıştır. 1927-1936 yılları arasında geçen dokuz yılda modernitenin görünür hale gelmesini sağlayan Egli, 1936'da ülkeden ayrılmak istemiş ise de bu isteği kabul edilmemiş ve kendisine Atatürk Orman Çiftliği'ni düzenlemesi işi verilmiş ancak İsviçre'ye 1940'da dönmüştür. Yazarın bu eserini özgün kılan husus, kendisinin ETH-Zürich ve TU-Berlin arşivlerini tarayarak Egli'nin hayat hikâyesiyle Türkiye'deki faaliyetine ışık tutması yanında Cumhuriyet'in ilk döneminde Ankara'ya ait bilgi ve belgeleri incelemiş olmasıdır. Böylece bu modernist mimarın yetişmesi, duygu ve düşünce dünyası ve bunların ürünü olan eserleri üzerinde bütüncül bir görüş sahibi olabilmekteyiz. Eser bu bakımdan çok önemli ve ufuk açıcıdır.