Âlim Kahraman insan yüzlerini, mekânı, zamanı, yaşamayı ve ölümü bir medeniyet dikkatinin ardından yansıttı:
Bu tanışıklığımız döneminden, bu üç şehirdeki farklı mekânlara dağılmış birçok görüntüsü birbiri ardınca sökün ediyor şimdi. Ankara'da, o yıllarda Mavera'nın Selanik Caddesi'deki bürosunda hatırlıyorum daha çok. Elinde bir kurşun kalem, önündeki kâğıda o haftaki gazete yazısını yazmaya çalışıyor: Silgisi de hemen yanı başında. Yazı ilerlemedikçe oflayıp pufluyor; yazdığı birkaç kelimeyi silip tekrar başa dönüyor. İstanbul'dayız şimdi de.. Üsküdar'ı çok seviyorum, diyor: Bazen çocukları da alıp Kuşkonmaz'daki çay bahçesine gidiyorum. Boğaza karşı saatlerce oturuyorum. Bir gün buluşalım orada, diyoruz (Gerçekleştiremiyoruz). Ankara Dikmen'deyiz, yıllar önce. O gece beni evinde misafir ediyor. Müthiş bir kar yağmış; sabah erkenden kalkıp vadinin bir yamacındaki evinden yukarıya doğru tırmanıyoruz: Kar yolları neredeyse tamamen örtmüş.
........
İşte adeta temizlik, huzur ve sükûnun timsali olan bu kadının, Balkan Harbi'nin sıkıntılı günlerinde Kâbe toprağı'dır diyerek, İstanbul'dan Üsküdar'a geçtiğini belirten bir cümle var yazarın hatıraları içinde. Ancak dikkat edildiğinde fark edilen bu cümle, duvarın arka yüzüne açılan bir pencere, kültürümüze ait kaybolmaya yüz tutmuş canlı bir iz olarak ne kadar değerli! Nakiye Hanımın bu davranışında adeta bir Hicret, o zor günlerde Kâbe'ye sığınma duygusu seziliyor.