Bir çeyiz sandığı içinde muhafaza edilen eski yazmaların yabancı ajanlarca kaçırılması gizem dolu zincirleme polisiye olayları tetikler. Yaşanan güncel olayların akışı içinde eski kitaplara meraklı Doğan Dağlı tarafından Honaz Dağı eteklerindeki Yukarı Karaçay'da bir tekkenin içindeki küpte bulunmuş Uygurca el yazması kitapların okunması ile anlaşılır ki, zeybeklerin bir zamanlar ellerinden düşürmedikleri "yatağan" namındaki yakın savunma silahının geçmişi, Ergenekon'da eritilen demir dağa kadar dayanmaktadır. Bu Uygurca metinlerde bölgeye Malazgirt'ten çok önceleri Türk derviş-erenleri Rumca isimlerle gelip fethin nüvesini buralarda atmış, kurdukları otama merkezinde Rumların gönlünü Türklüğe, Müslümanlığa ısındırmışlardır. Hikâyemiz, günümüzden gizemli bir geçmişe harmanlanır: Kazanas ovasını bir savunma üssü hâline getirip Haçlıları Gökpınar, Çukurköy ve Kazık Beli’nde perişan eden derviş Türkmen alp gazilerinden, İstanbul'un fethinde kullanılan topların barutlarını ve Yeniçerilerin kullandığı “yatağan” isimli kulaklı eğri kamayı armağan eden Osman Baba, yani namıdiğer Yatağan Baba'ya uzanan ZEYBEK KAMASI -namıdiğer- YATAĞAN, "kendilerini uyanık sanan uyurlara" dokunarak Oğuz Kağan'ın Türk cihan hâkimiyeti hedefi olan "Kün, tuğ bolsun, kök kurıkan..." sözünden Atatürk'ün "Ne mutlu Türk'üm diyene!" nidasına uzanan bir bütüncül tarih terbiyesine edebiyat eliyle anıt dikme gayretinin ürünüdür.